Draquinq Admin
Mesaj Sayısı : 263 Kayıt tarihi : 13/10/10
| Konu: İmparatorluk Dilleri C.tesi Ekim 16, 2010 3:13 pm | |
|
Her halk kendi iklîminin lisânını söyler. -Yahyâ Kemâl-
Milletlerin dilleri üzerinde söz sahibi olacakların; dili, milletten ve millî mâzîden ayrı varlık gibi görmeleri büyük gaflettir.
Böyle kimselerin, millî dillerini herşeyden çok sevmeleri ve sevmekten de üstün bir duyuş ve düşünüşle o dili anlamaları beklenir.
Meselâ Türkçe'yi sevmek ve anlamak için, önce Türk milletini sevmek; milletimizin bir târih boyunca emek vererek meydana getirdiği her millî eseri sevmek ve anlamak lâzımdır.
Bunun için, milletimizin târihte ve coğrafyada kurduğu medeniyetlerin karakterini bilmek ve Türk Dili'nin, Türk medenî karakterine aykırı olduğunu veya olabileceğini sanabilecek kadar büyük ilim hatâlarına düşmemek îcâbeder.
Ancak böyle bir görüş zâviyesinden [açısından] bakabilmek şartiyledir ki mukayeseli diller târihi metoduyle çalışılarak, Türkçe'nin, önce Asya dilleri; sonra, dünya dilleri arasındaki yeri, değeri ve millî karakteri, güneşte ışıldamış gibi parlak ve doğru görünür.
Çünkü târih ve kader, yalnız milletlere karakter vermekle kalmaz; millî dillere de karakter verir. Her milletin târihte ve coğrafyada görülen millî tekevvünü [varlığı] yanında, o milletin konuştuğu dilin de târih içinde kazanılmış bir şahsiyeti, bir dil mîmârîsi ve tamamiyle millî bir tekevvünü vardır.
Türk dilinin şu son otuz yıl içindeki eşsiz tâlihsizliği, bütün bu bilgi ve düşüncelerden uzak kimselerin elinde kalmasındandır. Mevzû, tamamıyle bir ilim, bir sanat, hattâ bir aşk mevzûu iken, dilin bir politika ve bir sapık ideoloji mevzûu yapılması ve daha fenâsı, yabancı hattâ düşman politikaların emellerine âlet olabilecek bir kimsesizliğe düşürülmesi, büyük tâlihsizlik olmuştur.
Yıllardan beri, Türkiye'de, dil mevzûunda, âdetâ bir millî müdâfaa cephesi açılması da Türkçe'nin, hakîkî evlatları elinde bu kimsesizlikten kurtarılması gayretiyledir.
* Diller, fonetik gelişmelerine, morfolojik teşekküllerine; doğuşlarına, yayılışlarına, basit veya sentetik diller oluşlarına ve daha başka dil kanunlarına göre, türlü araştırmalara mevzû olmuştur.
Fakat dillerin, bir de milletlerin târihine, tarihî kaderine ve yaşadıkları mâcerâlara göre, bizzat târih eliyle yapılmış bir sınıflanışı vardır.
Buna göre, bâzı diller, kültür ve edebiyat dili olarak başka dillere boyun eğmiş, hattâ zamanla başka dil olmuş lisanlardır. Bunların bir kısmı da başka dillerden faydalanmaya bile güçleri yetmeyen, küçük millet, kavim ve kabîle dilleridir. Böyle diller, umûmiyetle bir vatanda, hattâ küçük bir vatanda işlenirler.
Bir kısım diller de vardır ki yalnız bir vatanda değil, bir çok vatanlarda devlet kurmuş, hâkimiyet kurmuş, büyük milletlerin dilidir.
Bu diller, pek tabîî olarak, medeniyet ve hâkimiyet götürdükleri ülkelerin dillerinden derlenmiş kelimelerle de zengin, büyük dillerdir.
Bir başka söyleyişle, bunlar, alelâde devlet dilleri değil, imparatorluk dilleridir.
İmparatorluk dilleri, milletlerin hâkim oldukları topraklardan vergi alır, baç alır, mahsul toplar gibi, kelime de alırlar. Hem bu alışın ölçüsü de yoktur. Kendilerine lâzım olduğu kadar veya canları istediği kadar alabilirler. Bir taraftan kendi kültür, sanat ve iktidarlarını bu ülkelere yayar; dünyanın dört bucağında kendi hükümlerinin geçtiğini görüp kendi dillerinin konuşulduğunu duymanın; kendi bayraklarının dalgalandığını görmenin hazzını, gururunu tadarlar.
Öte yandan, aynı ülkelerden derledikleri lüzumlu kelimeleri kendi dillerinin gramerine, estetiğine ve fonetiğine göre millîleştirerek kendi kelimeleri yaparlar.
Biz, bunlara, öteden beri, fethedilmiş ülkeler gibi, fethedilmiş kelimeler diyoruz.
Ancak, yeryüzünde ve cihan târihinde imparatorluk dili olmamış, olamamış diller çok, fakat, imparatorluk dilleri azdır. Çünkü dünya tarihinde hem askerî ve idarî imparatorluk, hem de dil ve kültür imparatorluğu kurabilmiş milletler azdır.
Bu saydığımız vasıflara, şüphesiz bâzı mühim farklarla uygun imparatorluk dilleri, denilebilir ki Lâtince, Arapça, İngilizce ve Türkçe'dir.
Bu dillerin hiçbiri ö z d i l değildir.
Esâsen yeryüzünde hiçbir kültür ve medeniyet dili, hiçbir zaman ö z d i l olmak taassubuna ve basitliğine iltifat etmemiştir.
Meselâ yakın asırlara kadar, Lâtince'yi özdil sananlar vardı. Fakat dil, târih ve edebiyat târihi araştırmaları meydana koydu ki Lâtince özdil değildir. Bu lisânın kelimelerinin yüzde ellisi Yunanca'dan alınmıştır. Geri kalan kelimelerin de mühim bir kısmı, değişik ölçülerde, Lâtince'ye başka dillerden girmiştir. Fakat her büyük dil gibi, Lâtince'nin de sesi ve mîmârîsi millîdir. Bu kadîm [eski] dilin o kadar sağlam ve yeni kelimelere kaynak olabilme kudretinde bir yapısı vardır ki bugün hâlâ Avrupa dilleri, istisnasız olarak, başta tıb, eczacılık, biyoloji, astroloji, fizik, kimya ilimleri olmak üzere, birçok ilimlerin ve birçok îcadların en yeni, modern terimlerini ve adlarını Lâtince köklerden yapmaktadırlar.
Bu, Türkiye'de bile böyledir.
Eczâhâneleri vitrin vitrin dolduran hazır ilâçların adlarına bakınız. Bunların Türkiye'de yapılanlarının bile adlarını Lâtince köklerden ve eklerden aldığını göreceksiniz. Bu ilâçların prospectus'lerini okumak mecburiyetinde kaldığınız zaman ise eğer, Fransızca-Lâtince tıb dilini bilmiyorsanız, hiçbir şey anlayamayacaksınız.
Lâtince, bir zamanlar, yeni Lâtin dilleri denilen, Fransızca'ya, İspanyolca'ya, İtalyanca'ya, Romence ve Portekizce'ye kaynak olmuş lisandır, fakat özdil değildir.
Lâtince'nin özdil olmadığı anlaşılınca bütün gözler Yunanca'ya çevrilmiş ve ilk anlarda öyle sanılmıştır ki dünyanın ilk büyük destan edebiyatını, şiirini, trajedisini, felsefesini ve mitolojisini meydana getiren Yunanca, özdildir. Fakat bu ihtimalde boşa çıkmıştır ve hemen anlaşılmıştır ki Yunanca'nın en az yarıdan fazla kelimesi başka dillerden alınmadır. Bunlar, Makedonya, Anadolu, Suriye ve muhtelif Mezopotamya dilleridir.
Yunanlıların Apollon gibi, Aphrodite gibi tanrı ve tanrıçalarının isimleri bile Anadolu ve Mezopotamya dillerinden alınmıştır.
* İkinci imparatorluk dili Arapça'dır. Arapça, kelime sayısı bakımından, en zengin dillerden biri, belki de birincisidir. Fakat bu dilde başka dillerden alınma kelimelerin sayısı büyük bir yekûn tutar. Arapça, başta İbrânî olmak üzere, Yunanca'dan, Lâtince'den, Sanskritçe ve Farsça'dan ve daha birçok dillerden kelime almış, büyük dildir. Araplar, başka dillerden Arapçalaşmış kelimelere mu'arreb derler, fakat bu kelimelere, hangi dilden gelirse gelsin, kendi dillerinin damgasını vurmakta büyük ustalık gösterirler.
Arapça'da, Arap coğrafyasından doğma bir âhenk sistemi olan arûz veznindeki tef'ilelerin de esâsını teşkil eden fe, ayın, lâm harflerinin diğer harflerle ve kısa uzun seslerle birleşmelerinden meydana gelmiş bâbları; birtakım ses ve kelime kalıpları, hattâ bir nevî mânâ kalıpları vardır. Yabancı kelimeler bu seslere ve bu kalıplara dökülünce; döküldüğü kabın şeklini alan su gibi, Arap dilinin âhengine ve şekillerine bürünürler; bu kalıplara göre mânâlar alır ve Arapça olurlar.
Arapça'nın, Yunanca'dan alınma philosophia ve philosophos kelimelerinden felsefe ve feylesof gibi, tefelsüf ve felâsefe gibi; yine Yunanca sophia kelimesinden, sûfî, tasavvuf, mutasavvıf gibi kelimeler yapması böyledir. Fârisî'den alınan endâze kelimesinin Arap dili bünyesinde hendese âhengine girmesi ve bundan meselâ hendesî, mühendis gibi, Türkçe'ye de girmiş kelimeler doğması, böyle bir hâdisedir.
Arapça'nın, daha Milâdın VII. asrında Kur'an lisânı gibi muhteşem bir ifâde kudretine ve yüksek müzikaliteye sahip, ilâhî bir dil olması; başka dillerden alabildiğine faydalanmış, fakat aldığı her kelimeyi, ebekuşağı altından geçirmişçesine, Arapça'nın gramerine ve fonetiğine adapte ederek Arapçalaştırmış olmasının tabîî zaferlerindendir.
İslâm medeniyeti, bu dili geliştiren ve medeniyetin gelişmesinde dilinin zenginliğinden ve güzelliğinden şiddetle istifâde eden bir millet tarafından kurulmuştur. Aynı millet, kısa zamanda büyük bir imparatorluk vücûda getirilişini, birçok da, dilinin daha ilk anda bir imparatorluk lisânı olmaya şiddetle elverişli fonetik ve morfolojik imkânlarına borçludur.
* Üçüncü imparatorluk dili İngilizce'dir. İngilizce, daha modern bir lisan olarak, imparatorluk dili olmanın bütün hazzını ve gururunu yudum yudum tadabilmiş lisandır. İngilizlerin: "Bahtiyardır o İngilizce ki onda her dilden kelime vardır" deyişlerindeki müstesnâ ilerilik, bu şuurlu imparatorluk dili anlayışının bir ifâdesidir. Bu, o demektir ki: İngiliz dili, şu son asırlarda, dünyanın beş kıtası üzerinde lisânî bir hâkimiyet kurmuştur; bu dili meydana getiren millet, o beş kıt'aya söz geçirmiş, bu arada kıt'aların beşinden de kelime derleyerek, insanlık târihine dünyanın en zengin, en renkli ve en medenî dillerinden birini kazandırmıştır.
Daha birkaç yıl evvel, Uzak Doğu, Kore ve Japon dillerinden İngilizce'ye yeniden binlerce kelime alınması ve bu kelimelere, İngiliz tâbiiyyetine kabullerinin nüfus kâğıdı verilmesi, aynı ileri anlayışın yepyeni bir tecellîsidir. İngilizce de, tıpkı Arapça gibi, başka dillerden aldığı kelimeleri, hususî bir söyleyişle, yani bu kelimelere İngilizce'nin sesini vererek millîleştirir.
Bu dilde, bugün, hâlâ yüzde yetmişbeş nisbetinde Lâtince ve Fransızca kelime vardır. Fakat bu kelimelerde öyle bir ses değişikliği yapılmış ve kelimeler öylesine İngilizce olmuştur ki, bunlar, bir milletin kelimelere millî bir mûsıkî verişindeki sihirli coğrafya tesirini ve kavmî dehâyı gösterir. Meselâ, aslı Lâtince olan cultûra kelimesinin Fransızcası kültür fakat İngilizcesi kalçır'dır. Kalçır, İngilizcedir. Tıpkı bunun gibi, final kelimesi Fransızca, fakat aynı şekilde yazılan ve aynı mânâda kullanılan faynıl, İngilizcedir. Ve İngilizce'de böyle 90 000 kelime vardır. | |
|