İslâmî devir içinde Türk Edebiyatı, ilk mahsullerini 9. asrın ikinci yarısında vermeye başlamıştır. Bunlar içinde ilk büyük eser olarak, Balasagunlu Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i görülür. İkinci olarak Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lügâti’t-Türk’ü, yine aynı devrin eseri olmakla birlikte İslâmiyet öncesi Türklükten çeşitli manzumeler, atasözleri vs. gibi türlü metinlere yer vermektedir. Kaşgarlı'nın eseri her yönüyle zenginlik gösterir. Türk dilinden, Türk boylarına, Türk töre ve âdetlerine, gelenek göreneklerine ve coğrafyasına geniş yer ayırır. Kutadgu Bilig ise cemiyet hayatını ele almakla birlikte, daha çok bir siyaset kitabı durumundadır. Her iki eser de Hâkâniye Türkçesi'yle yazılmıştır. Fakat Kaşgarlı Mahmud, Hâkâniye Şîvesinin yanında ikinci bir edebî şîve olarak, Oğuz Türk Şîvesine yer vermektedir.
Oğuzlar, 10 ve 11. yüzyıllarda oldukça geniş bir alana yayılmışlar; İrtiş’ten Volga’ya dayanan sınırları Hazar Deniziyle Mâverâünnehir arasındaki bütün bir bozkır sahasını içine almıştır. Böylece Orta Türkçe ilk devresinde Hâkâniye ve Oğuz edebî şîveleriyle görünüyordu. 12. ve 13. yüzyıllarda ise artık Müşterek Orta-Asya Türkçesi eserlerini verirken, Türklüğün batıya olan göçleri sayesinde Oğuz Türk Şîvesi yalnız Selçuklu tebaasında konuşulmaktaydı.
Devletin büyük bir cihan hâkimiyeti fikriyle hareket etmesi, Müslüman olup, halifeye bağlılığı, İranlıların da aynı bölgede yer alması gibi düşünceler, belki Arapça ve Farsça'nın, Türkçe'ye nispetle öne geçmesini sağlamış olabilir. Ancak, askerî Türk unsurlardan meydana gelen bir devlette Türkçe, halka ve orduya bağlı olarak yaşamıştır. Böylece, Oğuz şîvesiyle bu devirde kalıcı bir eser bırakılmamış, bırakılanlar da günümüze kadar ulaşamamıştır. Aynı şîve dairesi içinde Müşterek Orta-Asya Türkçesi'nin doğu ağzı olan Kaşgar ve batı ağzını meydana getiren Harezm ve Sirderya (Seyhun) Irmağının güneyindeki yerlerle Yedisu, Merv, Buhara sahası birer kültür merkezi durumuna gelmişler ve pekçok eserin doğmasına zemin hazırlamışlardır. Aslında bu bölge, çeşitli dillerin de kavşak noktası gibi bir hususiyeti muhafaza etmiştir. Bunun yanında Müşterek Orta-Asya Türkçesi'nin İran ağızları, bilhassa Türkmen Türkçesi, zikre değer bir gelişme göstermiştir. Altınordu ki, kuzey-doğuda Bulgar Devleti, Harezm, Deşt-i Kıpçak bozkırları ile Kırım’dan Bakü’ye kadar uzanan saha, bu Türk illeri içine dahildir. Türkçe, burada da geniş bir yayılma sahası bulmuş ve Kıpçak Şîvesiyle pekçok eserler verilmiştir.
Yesevî ve onun muakkiblerinden (sonra gelen) sonra, 13. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi, Eski Türkçe'nin bir devamı olarak, bütün bunların merkezi durumuna geçmiş ve Doğu Türkçesi adıyla, kuzeydeki Kıpçak Türkçe'sini daha sonra kendisinde toplayarak gelişmesini devam ettirmiştir.
Bu durumda İslâmî devir içinde Türk Edebiyatını;
1. Batı Türkçesi'nin ortaya koyduğu edebiyat;
2. Müşterek Orta-Asya Türkçesi'ni takip ederek Kuzey-Doğu Türkçesi'nin meydana getirdiği edebiyat, olarak ikiye ayırmak icab etmektedir.
Selçukluların dağılmasına kadar bir varlık gösteremeyen ve sadece konuşma dilinde kalan Oğuz Türkçesi, Anadolu Selçuklu Devleti'nin çöküşü üzerine, ortaya çıkan beyliklerin hükümet merkezlerinde birden bire serpilmeye başlamış ve yeni yeni eserler ortaya çıkarmıştır. Orta Türkçe'nin Oğuz Kolu, böylece, Selçuklu Türkçesi'nden sonra yerini, Eski Anadolu Türkçesi'ne bırakmıştır.
Tavâif-i Mülûk devri diye adlandırılan bu devrede Anadolu’da çeşitli kültür merkezleri teşekkül etmiş, halkın kültüre yönelmesi, tebaanın terbiyesi, müellifleri Türkçe yazmaya zorlamış, beyler de buna yardımcı olmuşlar ve Türkçe'ye gereken değeri vermişlerdir. Karamanoğlu Mehmed Bey'in Türkçe üzerinde durmasına rağmen, beylikler içinde kültür faaliyetlerinin en yoğun olduğu beylikler, Osmanlı ve Germiyan beylikleri olmuştur. Ayrıca bir şair veya müellifin zaman zaman eserlerini birden fazla beye sunduğu da görülmüştür. On üçüncü yüzyılın son çeyreğinde Türkçe, resmî yazışma dili olarak kendisini göstermiştir. Bu şîve, yukarıda bahsettiğimiz Kaşgarlı Mahmud’un, iki Türk şîvesinden biri olan, Osmanlı ve Âzerî gibi iki kolu bulunan Oğuz şîvesidir.
Yukarıda zikrettiğimiz durumlardan başka, eserlerin Türkçe olarak yazılmasında; tarikat büyüklerinin halkı irşad maksadı, müelliflerdeki Türkçe şuuru, ibret alma düşüncesi, mevzuda çeşitlilik arama, meslek gayreti, hayır dua ile anılma ve unutulmama fikri, tercüme gayretleri vs. gibi sebepler büyük rol oynamıştır.
On üçüncü yüzyılda verilen eserler; pek mahdut olmakla birlikte Anadolu Türk birliğinin kurulamaması, aksine pek fazla bir dağınıklık ve başıboşluk yüzünden, çeşitli bölgelerde bir parıltı durumunda kalırlar. Zaten Anadolu’da Türk Edebiyatının ne zaman başladığı da kesin olarak bilinmemekle birlikte; Selçuklular zamanında bir şifahî (sözlü) edebiyat daima mevcuttur. Buna kıyasla yazılı edebiyattan söz etmek gerekir. Fakat bu bölgede ilk eserlerin neler olduğu, Türk kültür tarihinin meçhulüdür. Devrin içinde bulunduğu kargaşa, öyle sanıyoruz ki, bütün yazılanları almış götürmüş veya yazmaya fırsat vermemiştir. Böylece, Anadolu sahasında 11 ve 12. yüzyıla ait eserlere tesadüf edilememiştir.
Ancak 13. asırdan sonradır ki, Anadolu sahasında bazı eserler ortaya çıkacak, asır asır gitgide genişleyecek ve Osmanlılar'ın Anadolu Türk Birliğini kurmalarından sonra bütün bu kültür faaliyetleri, Osmanlı sarayına taşınacak ve neticede kesintisiz devam eden ve Türklüğün en büyük yazı dili olan Oğuz Türkçesi'yle sayısız eserler vücuda getirilecek, böylece Osmanlılar, Türk kültürünün hâmisi olarak, tarihteki yerlerini alacaktır. Hattâ Türk dili devlete izafeten Osmanlıca olarak adlandırılacaktır. Osmanlı edebiyatını hazırlayanların, hangi bölgede bulunurlarsa bulunsunlar, beyliğin kuruluşundan önce ve sonra da olsa, zikredilmesi gerekmektedir. Çünkü Selçuklu ile birlikte gelen kültür mirası, bu devirde her beyliğe ışık tutmuş ve Klasik Türk Edebiyatının inkişafına temel teşkil ederek geniş rol oynamıştır.
Oğuz Türkçesi, bu devirden itibaren, batıda Osmanlı, doğuda Âzerî olmak üzere iki edebiyat ortaya koymaktadır. Ancak bu edebiyatın 15. asra kadar olan zamanı, aynı daire içine alınmaktadır. Daha sonra dilde görülen ikili kullanışları, her saha, kendine göre umumîleştirmiş ve bazı ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Dildeki bu ayrılıklarda coğrafya da göz önüne alınırsa, gitgide daha geniş ve belirli farklılıkların ortaya çıkacağı muhakkaktır. Onun içindir ki, Batı Türkçesi, Osmanlı ve Âzerî edebiyatı gibi iki edebiyat ortaya koymuştur.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Türklüğün en büyük yazı dili olan ve kesintisiz eserlerini veren Osmanlı Türk Edebiyatının tesiri, bütün Türk illerinde her zaman varlığını korumuştur. Bunun yanında Osmanlı şairleri, diğer Türk illeriyle irtibatı kesmemek gayreti ve düşüncesine binaen Doğu Türkçesi'yle de şiirler yazmışlardır.