Kesik kanatlı kraliçeler, LiteratürYayınlarının ‘Tarihsel Romanlar Dizisi’ kapsamında okuyucuyla buluşmuş bir kitap... 1789 Fransız devrimi arıların hiyerarşik yapısının arkasından anlatılmış. Tarih romanından çok bilim tabanlı bir eser gibi duran bu romanda Fransa devrimine ilişkin çok bir şey beklememek gerekir.
'The Encyclopaedia Britannica' adlı bir de eseri olan doğabilimci François Huber’in araştırmaları esas alınarak yazılan bu romanda onun yanına uşak olarak gelip zekası, çalışkanlığı ve gözlem gücüyle Huber’in asistanlığına kadar yükselip araştırmalarında pay sahibi olan genç François Burnens’in günlüğünden okuyoruz herşeyi.
Üç ana karakter var. Olayları kendi gözünden ve kaleminden anlatan François Burnens, gözleri görmeyen ünlü doğabilimci François Huber ve onun sadakatli fedakar ve güzel karısı Marie-Aimee. İlk anda büyük bir malikanede ünlü bir bilim adamına hizmet etme fikri Burnens’in yaşadığı küçük köydeki hayallerini aşsa da, hayatı okuma ve kendini aşma konusundaki hızlı ilerlemesi şahsi idealler ve hedefler koymasına kadar gidecek ve özsaygınlığını zedeleyecek bir takım olayların sinyal vermesiyle çok sevdiği ve saygı duyduğu efendisi François Huber’in yanından ayrılma kararına kadar varacak.
“Kesik Kanatlı Kraliçeler” tarihi roman kategorisinde değerlendiriliyor. 1789 Fransa devrimini, sıradan bir vatandaşın gazeteden okuduğu haberler ve onun gözünden yorumlarla izliyoruz. Dönemin karmaşık siyasi yapısına ilişkin kısa ve ansiklopedik bilgilerden fazla bir şey vermeyen Sara George’nin bu eseri için tarihi roman demek ona fazlaca teveccüh etmek olur. Tarih romanı meraklılarının benimle hemfikir olacağı gibi; bir devir anlatılırken o dönemin halk psikolojisi, içerden bakışlar ve sosyal yansımalarına çokça yer verilmesi gerekir. Romanı bitirdiğinizde okuduğunuz dönemle ilgili pek çok bilgi ve kanaate sahip olmanız sağlanmalıdır. Dönemlerin soğuk tarih sayfalarından edebiyat eserlerine dönüşmesinin çekiciliği buradadır. Kitabın arka kapağında yer alan ‘Fransız devrimi şimdiye kadar hiç böyle anlatılmadı’ tanımı oldukça abartılı duruyor bu meyanda.
‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’. Tarihçilere göre hiç söylemediği bu sözle bir devrimde pay sahibi olan Fransa’nın o dönemki Avusturyalı kraliçesi Marie Antoniette… Ne Fransa ona yar oldu, nede o Fransa’ya! Birbirlerini bir türlü sevemeyen iki farklı dünyaya sahip eşler gibi yaşadılar Marie ve Fransa. Fransadaki Avusturya karşıtlarının etkisiyle hep bir hatası kollanan bu tarihi kişili, başlı başına romanlara ve filmlere konu olacak kadar bol malzemeye sahip. Kitapta onun taşkın ve huzursuz ruhunu okuyabileceğimi düşünmüştüm. Zira Fransız devrimi deyince akla gelen ilk isim Marie’dir. Hayal kırıklığının bende yarattığı boşluğu kitabın diğer kadın karakteri Marie Huber’in sessiz fakat fırtınalara gebe gizemli dünyasının keşfiyle bir kenara atabildim. Bana göre romana hareket kazandıran, bu kadının sonlara doğru kendini gösteren küçük cesur manevraları oldu. Hani nerdeyse romanın başında çizdiği sadık, fedakar ve kanaatkar ideal eş portresini yerle bir edecek duygu taşmaları yaşamasa bir kadının nasıl olup da bu derece nesnel olabildiğine şaşırıp kalacağız.
Roman kurgusuz heyecansız ve hareketsiz bir çizgide gitse de sıkıcı değil. Belgesel izlemeyi ve bilimsel dergiler okumayı seven okuyucu tipi için son derece çekici sayılabilir. Arıların işlevsel anatomilerini, kusursuz çalışma programlarını ve katı kurallara sahip dünyasını tanıma fikri bu tür okuyucunun içini gıdıklamaya yeter elbette. Bilim adamlarının teknolojik imkanlardan yoksun yıllarda bir araştırma sonucu ortaya koyabilmek için ne denli büyük çaba ve zaman harcadıklarını görmek, şu anki pozisyonunda bulunan bilim dünyasının onlara neleri borçlu olduğunu düşünmeye sevk ediyor insanı.
Tarihte arılarla ilgili olarak ilk deneysel incelemeleri Aristo’nun yaptığı biliniyor. Ünlü filozof Aristo yaşamı boyunca doğada ki bir çok canlı üzerinde araştırmalar yaptı. Felsefik teorilerini çoğunlukla bu araştırmaların sonuçlarına dayandırdı.. Aristo 3 büyük yunan filozofundan biri olması dışında şimdiki pozitif bilimlerin bir çoğunun öncüsü ve isim babasıdır. Duyular dünyasını anlamak için onları tanıma işinden başlayan Aristo, insanlara tabiat olaylarını izleme ve düşünme konusunda rehberlik etmiştir. Sara Gerorge, tam da bu çizgide götürüyor romanı. Kör bir adamın ve onun eğitimsiz taşralı asistanının gözünden kainatın harikulade intizamı üzerine düşünme fırsatı veriyor okuyucuya.
Sara George nin Fransız devrimini anlatmak için bu küçük, mucizevi canlıları rastgele seçtiğini düşünmüyoruz tabi ki. Arı kovanı gibi kaoslu ve keşmekeş bir dönem yaşayan 1789 Fransa’sı daha iyi bir metaforla anlatılamazdı. Yaşaması için rakiplerini yok etmesi gerektiğini bilen ve bu güdüyle tüm acımasızlığını ortaya koyan kraliçe arı ve hegemonyasını ayakta tutabilmek uğruna binlerce insanın ölmesine neden olmaktan çekinmeyen antipatik kraliçe Marie Antoniette! Yaptığı deneyleri yorumlarıyla anlamlandıran François Burnens bu benzerliğe dikkat çekerken şöyle diyor; ‘ama karliçe arı işçilerini asla öldürmezdi. Bunun için Marie Antonietiye acımıyorum’